23 Şubat 2016 Salı

ŞİZOİD ŞEHİR

 İSTANBUL 24 SAAT (NATAMAM ŞİİR)

    ŞİZOİD ŞEHİR/80 BAŞLARI

    Gümüssu'da oynaşırken aziz
    Paul, Andreas ve diğerlerinim ruhları
    tırmanır, pazar akşamları
    Ellerinde flamalar, karton şapkalı taraftarlar
    Karardı mı hava koşturur durur, kırmızı stop lambalarının ardında
    Bir müşteri bulmak umudunda, Antepli, Hatay'lı Mustafa'lar, Veli'ler
    Şebnem'ine, Gül'üne, Çiçek'ine
    Demlendikleri çaylar kalakalır, seyyar çaycının platosunda

    Jandarmalar usanmış her on yılda bir yaşanan sonu gelmez onikilerden,
    Avradının dolgun kalçaları canlanır, mini etekli bir dilberin Kalçasında
    Bir zamanlar, ki artık çok eski o zamanlar
    Çift vagonlu tramvaylar kayardı, tarlabaşına doğru meydanı dönerek.
    Sonraları taksicilik başladı, daha sonraları römorklu otobüsler
    Kitle değil, kütle taşımacılığı gündemde.

    Bugün hava güneşsiz, Bayrampaşa parkı bomboş
    Eyüp'teki tersane işçileri ile Rami'deki emekçiler grevde.
    Sanmayın gün bugündür, İstanbul bir devrandır.
    Belki de bugündür. İstanbul biraz şizoid şehirdir.

    Ayşe milyonlarcadır bunlar şehirde
    Akşama yetiştireceği yemeğin derdinde.

    Görüntü kutusu çıktı, mertlik bozuldu misali (alıntı mı, yok alınmaz)
    Sinemaların, tiyatroların ışıkları daha bir cılız
    Adım başı birahanelerinde Godot'nun adı bacanaka dönüştü.
    diyeceğim yalan, bu da tarih. Yok İstanbulda tarih yok.

    Tatil akşamları rastlanırsa da acelesiz adımlara,
    Beş on kuruş avantanın kurbanı olur kitleler,
    tarifeler çift yazar, hatlar kısalır vs, vs

    Herhalde doğu büyük özelliği ucuz oluşu,
    Bundan rağbet etmedi İngilizler
    çok zengin oldukları devirler hariç.

    Ve leylekler döndü Ayaspaşa' daki yuvalarına

                  x x x

    Kazancı sahipsiz bir sokak, binlercesi gibi.
    Tüm sokağı tutmuş laz bakkal
    ve kırmızı lambalı vanilya kokulu arabalar
    Güvercinler eski bir terasta birdirbir oynar
    Kıvrak bir havaya uymuş, bir stüdyodan yükselen.

    Necla ve Jale, yanık mı yanığımdır onlara.
    Pürtelaş 19 da en üstte otururlar.
    Birde pavyona giderler, dörtte dönerler.
    eve erkek almazlar,onbirde kalkarlar
    ellerine sorma bir hamarattırlar
    Benim diyen Ayşe hanıma taş çıkartırlar

    Bir Necla, bir de Solmaz Hanım
    Straplez beyaz gecelikle dolaşırlar, tüm gün.
    Solmaz hanım, kocası ve kardeşi ve annesi,
    ve kız kardeşi ve kızıyla birlikte
    oturur, evlerinde başka misafir olmadığı zaman.
    Onların  da çatısı marsilya kiremiti kaplı.

                  x x x
    İstanbul tüm bir Türkiye
    abartılı, abartısız.

    Bodrum'umu istedin, uzanıver boğaza
    Küçük bir bistro bul. Marmaris'imi özledin.
    İn kalamış'a, ama illaki pazar olsun.
    Marina da Ebru ve Nur, altlarında blujeanleri
    ve adidasları sana bir Baez kıyağı geçsinler.

    Baez'in kendisini dinlemen için biraz sabır.
    Ertegün ağbimizin eksik olmasın, her
    festivalde bir iki kıyağı var.
    Kolay değil, Cosmos'a, Atlantıc'e başkan olmak.

    Haliç'in batı yakasına bir uzanıver. Nasılsa kurtulmuş
    taş binalar Dalan'ın elinden, anımsatmıyor mu
    Perslerin elinden arta kalan Assos'u.

     Tiflis nasıl bir şehir mi? Ne gam!
     Orayı yapan ellerle, Asmalı Mescidi yapan
     ustalar, aynı kavmin çocukları

    Kuşadasının Club 33 ünden başka nesi var/dı.
    Onun da ağababası Elmadağ'da.

    Yaz akşamları İstanbul bir başka güzeldir, şehir tüm marjinallerini
    dışlamış, kendi duru sakin efendisine kavuşmuştur, gidenlerin yerini
    kozmopoliten bir esinti almıştır, meltemle karışık. Babalananlar
    kurtlarını dört bir yanda dökmüş olduklarından  şehrin histerisi
    kaçmıştır.

    İşte böyle bir gecede, mehtaplı olması zorunlu değil, Açıkhava'ya
    konsere gideceksin. Sevgilinle sarmaş dolaş müzik dinlerken
    yıldızları da seyretmek istersen eğer sende gel takıl bize.
    Girme kuyruklara, sıkış tepişin arasına, o konserden sonra
    Bilsak da bir tek atarsın. İçten bir "al" yolla konformizme.Spor
    serginin altındaki bayırdayız biz.

    Temmuz ayında ne yapıp yapıp, Kapalıçarşı'ya Sultanahmet'e uzanacaksın.
    Oralar Avrupadır o zaman, biz, tokatlanacak yüz doları olmayanlar için.
    Biz İstanbul'lular ucuzu, kolayı bir de kestirmeyi severiz. İkinci
    savaşta ekmeği karne ile aldık, çayı şekersiz bilem içtik. Birincisinde
    bilmem, yoktum o zaman dünyada. Her neyse. Ucuz, kolay ve kestirme
    varlığımızın en temel öncülleridirler. Yoksa yok olup gideriz alimallah.
    Bizden öyle radikal falan bir davranış beklemeyin, eski Bizansız biz.

    Kapalıçarşı, yalan, Binbir kapılı çarşı.
    Her kapısı ayrı alem. Çıkrıkçılar, Mahmut paşa,
    Nurosmaniye, Dericiler, Örücüler, Çarşıkapı, Beyazıt, Kuyumcular
    Daha yüzlerce.

    Edip Cansever halıcı dükkanında döşenirdi şiirlerini.
    Ben Kapalıçarşı' da çıldırdım
    Küçük Selim de ilk kapalıçarşı'da milli olanlardan.
    Kapalıçarşı, Kapalıçarşı binbir gizem kapısı.
    Çarşıkapı'dan girenler
    Zengin olur. Nurosmaniye'den
    giren kızlar çok kötü ağa düşer,
    Bedesten kapısından girenlerin talihi
    kara çıkar, Mahmutpaşa
    ile Mercanı kullananların başı
    ömür boyu önlerinden kalkmaz.
    Mercan hamamında bir su dökünüp kötü kaderi
    değiştirmek olası, diye duymuştum bir kez.

    Benim kapalıçarşı anılarım Dany ile başlar.
    Onu sonraya bırakayım, size biraz Süheyla ile Fatmayı anlatayım.
    Süheyla ve Fatma Kapalıçarşıdaki en güzel anımdır.
    Onlardan daha sevecenini ne tanıdım, ne gördüm.
    Biri sarışın biri esmer ben yaşlarda kızlar.
    Hele Süheyla'ya bayağı kesiktim, beyaz tüniğinin içinde
    bir başka türlü oynatmıştı, içimi.
    Bir tek onlardan hanut almadım tüm yaşantımda.
    Yoksa pahalı geldi de alamadılar da o beyaz tüniği
    üstünü gizlice ben mi tamamladım.
    Onlar ki her gün beni görmeye geldiler, onlar ki Cezayir'liydiler.
    Cezayir o gün bugün bir özlem.
    "sen Cezayiri bilir misin?" diye yİnEleyip duruyordu
    körkütük bir sarhoş, bozkıra doğru, sabahı en doğuda
    karşılamak istercesine, atılan trenin arka sahanlığında
    "Ben Cezayir'i sonradan öğrendim babalık.
    Öğrendiğim zaman derslerini çoktan yitirmiştim.
    Her zaman ki savrukluğumla. Ne yazdım ne yazdılar.
    Ben bu şekilde borcumu ödüyorum. Ya onlar!

    Dany de yazmadı. Sen süperdin Dany.
    o çalı dibi var ya kentin göbeğindeki o toprak parktaki
    gecenin örtüsüne sığınıp, banklarda oturanlara inat,
                                     altında seviştiğimiz
    Şimdilerde dev bir beton, altı otopark üstü sergi salonu.
    Şimdiki gençleri anlayacağın kem gözlerden gizleyecek
    bir çalı dibi bile yok bu şehirde.
    Parası olana ise beş yıldızlı otel ve götürecek orospu çok.
    Anımsar mısın seni Nurosmaniye camisi avlusunda tavlamıştım.
    O zaman yeni idim çarşıda. Klasik numaralar bilmezdim.
    Şimdiki gibi "şair" de değildim. Ama şimdiki kadar mutsuzdum.

    Neyse zamanı biraz mekana bağlayalım
    Şark kahvesi bir zamanlar güzeldi.
    Hele Kral Faruk'un kahve içtiği devirde daha da güzelmiş.
    Ben şark kahvesinde okumayı çok severim.
    Hem tüm dünya gözünün önünde boy gösterir,
    hem de sayfalar birbirini izler durur.
    Reklam gibi olacak ama, ben kaçak blue-jeanleri Ben Hur'dan alırdım.
    Rahmetli Altan da oradan alırdı. İnşallah sonumuz da benzer.
    Kapalıçarşı mekan değil zaman. Hapsetmiş zamanı labirentin içine.
    Dönsün dolaşsın ki çıkışı bulsun. Kapalıçarşı zaman değil etik.
    Piyango alacaksanız Çarşıkapı girişinde kalçadan aşağısı kesik
    satıcıdan alacaksın. Demedik mi Çarşıkapıdan giren zengin olur.
    Sana yaradı mı demeyin, ben Aya Yorgi de kanal değiştirdim.
    Para yerine kadınları seçtim.
    Kapalıçarşı mekan değil zaman, zaman değil etik.
    Piyango satıcılığı gibi işleri çağdaş toplumlarda özürlüler yapar.
    Sağlamların yapması o toplumun ayıbıdır.
    Ben sigaramı Çarşıkapıdaki Avlulu Hanın girişindeki
    felçli bayiden almayı severim.
    Siz de öyle yapın, salık verirım. Daha bir keyifle tüttürürsünüz.
    Karnınız acıktı ise Eyüb'ün büfesini...
    Bursa kebabçısını artık tavsiye edemeyeceğim.
    Çünkü yerlerinde ıncık boncuk satıcıları esiyor.
    Bursa kebabçısının hası bir zamanlar kapalıçarşıda idi.
    O zaman yola masa atardı.
    Havuzlu restorana giderseniz, adımı verin. Hanudumu ayırsınlar.
    Ancak Örücüler caddesindeki, derneğin bulunduğu girintideki
    Adana kebabçısında yemediyseniz İstanbulluyum demeyin.
    Tabii, burada bir saniye durup sizi traşa davet etmem gerekecek.
    Hiç değilse bir kez aynı yerdeki berberinde traş olun,
    bakın bakalım o gün kaç kız araklıyacaksınız.
    Söz berberden açılmışken, ilk alaboros ve fonlü kuafları
    ithal eden yüksek kaldırım ağzındaki Mahareşi kılıklı berber ile
    Emirgandaki çınarın altındaki İstanbulun en eski berberi
                     zikretmeden geçemeyeceğim.
    Birincisi, artık ABC kitabevi, diğeri kiralık dükkan.
    dedik ya İstanbul tarihsiz şehir.talihsiz şehir.

    Durun hemen gitmeyin, Kapalıçarşının sırlarını keşfediyoruz.
    Hemen karşınızdaki daracık merdivenlere sarın. sağa, iki adım sola
    hop çarşının dışındasınız, hemen handan içeri, arka kapısından
                                                         dışarı.
    Fred okumuyoruz. Çorlulu Ali Paşa külliyesindeyiz. Tekke dedikleri.
    Nargilenin çayın ilahı orada. Ottoman bir işletmecilik anlayışı
    İşin biraz raconu biraz da gereği.

    Kapalıçarşı kapalıkutu.
    tezgahtar deyip geçme, sekiz dili konuşturur.
    Sorbon'lusu da var, Yavuz Selimlisi de...

    Eğer annenle gitmişsen küçük hanım, yaz sıcağında bile üzerinden
    eksik etmediği, kalın pardesüyü taşımaktan yorgun, kalın bacaklarını
    annenin, kule muhallebicide biraz dinlendir, hem ağzın tatlanır,
    hem de kapalının raconundandır. Kazıklanmamanda cabası.

    İç bedesten, Cevahir bedesten,
    Hakikilerinden sakınınız çünkü yoktur.
    "Taklitlerinden kormayınız!" Ucuz.

    Ben bir de Kapalıçarşının ceviz sandıklarına vurgunumdur.
    Bakıcılara çıkan yol üzerindeki avlularda sıra sıra, dizi dizi.

    Aaa, çarşının gerçek kahramanını unutuyorduk. Haaşşşlamaaacıııı.
    Sırtındaki devasa haznesi, Sisifos vakar ve ızdırabıyla
    çıngırdata çıngırdata yol alır. Tanrının sırtına vurduğu yük,
    cabası eline tutturduğu mavi, yıkama ibriği,
    bele dizili top mermisi bardaklar, biri girer biri çıkar.
    Her şey bir saat düzeninde. soylu bir vücut çalımıyla dökülür şerbet,
    Bir el bardak yıkar, diğeri para toplar, soylu bir vücüt çalımıyla
    dökülür şerbet. Son yirmi yılda fiyatı ve kalitesi değişmeyen tek şey.
    Yobaz tıraşlı, çipil, beyaz önlüklü, vakur, edilgen haşlamacı.
    Onun da taklitleri çok şimdilerde. Ne demişler.
    Güzel pasta, kek, şambaba satıcıları falan da var, Güngörvari bir deyiml
    Mahmutpaşa kapıyla bedesten arasında. Ha ne demişlerdi.
    "taklitler asıllarını yaşatır."

                 x x x

    Her sınıfın kendi hastalığı var demiş Proust.
    Güzel demiş.
    İstanbul bu bağlamda açık bir hastane. Ne hastanesi, kronikler Servisi.
    İşçisi hep yılgındır, İstanbul'un.
    Yaşam belirtisi göstermez İstanbul İşçisi.
    Arada bir grev yapar, isyan eder gibi yaparsa da aldanma.
    Çalışırken de fabrikada, taşınırkende otobüsler, minibüsler,
    donuk bakışlar odaklanır, iki yüz  on santime.
    İki yüz on santim İstanbul işçisinin gerçek perspektifidir.
    On iki sayısını çağrıştırdığından mıdır.
    Sözün kısası kitle taşımacılığı gibi, psikolojisi de gündemdedir.

    Ya lümpeni. İstanbul dünyada lümpeni en bol şehirdir.
    Bir şehir ki nüfusun yarısı yeraltı ekonomisinden ekmek yer,
    nasıl lümpene kesmesin. Gene de her kayıtsız kuyutsuzu lümpen saymamak
    gerekir belki de. Şehrin gerçek lümpenleri, mercedeslerde fink atar,
    siyah takım, ipek gömlek giyer, altın kolye ve künye taşır.

    Bir garip şehirdir, bu istanbul.
    Bir bakarsın şehrin yarısı lümpene keser. Bir bakarsın şehir lümpeni kese
    Velhasıl bir muammadır, lümpen olgusu metropelde.
    Sözüm lümpene de değil şimdilik,
    Sözüm bir küçük burjuva kadınıyla bir işçi çocuk üzerine.

       Uzak kentlerden birinden bir sabah dönüşü,
       Diyelim saat yedi buçuk sıralarında yaşandı olay.
       Şehir içi bir belediye otobüsü içinde.

       Yolcuların sayısının, oturacak yer sayısından
       Bir iki fazla olduğu bir saatte ki
       Ben o sırda oturmaktaydım, tek kişilik bir yerde.
       Bir kadın, bakımlı, sarışın ve biraz koket.
       Kendinde buldu özgürlük ve demek terbiyesizliğini
       On yaşlarında bir işçi çocuğa,
       belli ki sabaha kadar meto yapmaktan yorgun
       düşmüş, kol ve bacakları ve de göz kapakları
       yaslanmış öndeki sıraya uyuklarken
       "kalk oradan benim oğlum oturacak"
       göstererek altı-yedi yaşlarındaki oğlunu.

       Çocuk ki, çocuk değil işçi idi artık.
       Şaşkın gözlerle baka kaldı kadına.

       Yaşantımda ilk kez bir olaya müdahale etmemeye kararlı.
       Sonuna dek yaşamak istiyordum, bir olayı etkimsiz.
       Gazeteciği etiğini düşünüyordum o sıralarda.Varsa.
       Bir çimdik attım kendime, rüya değil, gerçekti.

       Otobüste bir Allahın kulu müdahale etmedi kadına,
       Hadi ben angaje idim şu ne olduğunu bilmediğime. Onlar da mı?

       İşçi çocuğun, çocuk işçinin omuz silkmeleri
       git başımdan demeleri fayda vermedi. Kadın kaldırdı
       diğer çocuğu, oturtttu oğlunu.

       Geleceğim yere gelmiştim,
       yerimi verdim işçi çocuğa,
       İndim otobüsten, ve dedim kendi kendime
       "Bu ilk ve son olsun.
       Müdahalesiz gazetecilik de senden uzak dursun."

                 X X X

       Otobüsler böyledir bu şehirde
       Bir tiyatro, bir okul bir kerhanedir.

       Neler neler gördüm ben bu şehrin otobüslerinde
       Kulamparalar, körpecik kızlara iş koyan lesbienler,
       Bir el, bir kalça sürtünmesinden boşalanlar,
       Neler, neler.

       Ben İstabulluyu otobüste, vapurda tanıdım.
       Şehrin nabzı trafiğinde, insanlarının nabzı da
       toplu taşım araçlarında atar.
       Bu bütün şehirler için böyledir.
       Parisi metrosuz, Chicago2yu Elsiz
       New Yorku metrosuz, Venediği gondolsuz düşünebiyor musunuz.
       İstanbulu dolmuşsuz, vapursuz, binlerce otobüssüz
       düşünebiliyor musunuz.

       Her neyse felsefeyi keselim, öykülere devam.

       Gecenin geç vakti, karşı yakada,
       Tam gaz giden bir otobüs, çılgın bir şöför.

       Doğal sonuç, dur inecek var falan duymuyor.
       Durakları atlıya seke geçiyor.
       İçerde bir adam feryat figan
       bir yandan dur inecek var diye bağırıyor.
       Diğer yandan uyarı düğmesine israrla basıyor.
       Söför adamı iki durak geçirdi, gece yarısı.

       Bana yapılsa, o çağlarımda şöförü kesmesem
       bile döverdim. Adamcağız hiç sinirlenmedi.
       "Ölecek değiliz ya, biraz yürürsek " dedi.
       Sekerek basamaktan indi.
       Bir bacağı dizden kesikti.
       Doğu bilgeliği, kabulcülüğü mü,
       Zen mi.

       Okula özel aracıyla giden, zengin anne-baba
       çocuklarını görünce, hep mahrum kaldıkları,
       hep mahkum edildikleri, yaşam bilgisini düşünürüm.

                 X X X
       Istanbul düştü içime
       bugün
       Yüz bin basmış Sokak
       Günün ilk golü
       Elveda bir umut

       Tarih İstanbul'un demirlerine işlemiş
       Mezarlık parmaklıkları
       paramparça Eyüp'te

       Çocuk yuvasında atmış çocuk
       nisanın yirmi üçünü bekler

       "yoksulluk en büyük
        mağrurluk"

       Patrikane bir sır kutusu
       yolları Santorini'ninkinden
       "Rastgele Baltazar"

       Rumların yoksulları
       Fener'de oturur
       damları osmanlı kiremiti

       Feneedeki Rum lisesi,
       bir kartal yuvası
       
        Kemancı olmak için illa
       gözler yosun rengi olmalı

       Bir pas gibi işler İstanbul,
       İnsanın damarına

       Tarih, coğrafya
       Coğrafya tarihtir
       İstanbul'da

       Şehri şehir yapan
       budur işte

                 xxx
          dokuz yüz doksan dokuz türbeli şehir

                XXX

       İstanbulluyum demek için önce,
       dokuz yıl İstanbul2da oturacak,
       Ses etmeden ortalığı gözleyeceksin,
       Ağzını açarsan, dokuz yıla yeniden başlayacaksın.

       Dokuz yılın sonunda İstanbul'un doksan dokuz tepesini
       adım adım dolaşacaksın,
       Dokuz ayazma bulup, sularında kutsanacaksın.

       Erkeksen doksan dokuz kadın sevecek,
       Dokuzunu ayrı tutacaksın,
       Kadın isen seni seven, doksan dokuz
       Erkek bulacaksın, dokuzunu ayrı tutacaksın.

       Dokuzdan biri diğerini tuttu mu,
       elini üzerine koyacaksın.

       İstanbul bu,
       Bir üç, kırklar şehri değil
       doksan dokuzlar şehri.
       İsmini Tanrının koyduğu şehir,
       İki kıtaya yaydığı şehir.

       Doksan dokuz kahvehane bulacaksın,
       Her birinde dokuz kahve içeceksin.
       Boğazın her bir yakasında dokuz yer belleyeceksin.
       Herbirinden üçünü seçip, üç de Haliç'den katıp,
       Dokuzu bulacaksın.

       Bu şehirde dokuzlar içerisinde hiç şaşırmadan,
       ölümsüzlük duygusunu tadacaksın.

       Yola mı gittin. Dokuz günü geçirmeyeceksin.
       Gurbete mi gittin, doksan dokuzdan önce dönmeyeceksin.

       Bir dilek mi tutacaksın? dokuz yatırdan
       aşağısına adakta bulunmayacaksın.

                   ****

       Orhan Veli İstanbul'u nereden dinlemiş bilmem ama,
       ben İstanbul'u uzaktan dinlemeyi severim.

       Uzaktan, hem de çok uzaktan. Önce kulaklarıma,
       beyaz kuğuların sirenleri dolar, sonra turna gözlü martıların
       canhıraş feryatları. Bin bir cümbüş, bin bir şamata.
       Şehrin ağzı Eminönü, Sultan Ahmet.

       Bir de ezan sesleri karışmaya görsün, izlemeye görsün birbirini,
       beş bin altı yüz desibelden aşağısı haram.

       Gene de sessizlik adaları vardır,
       Bindin mi vapura, bir bilet iki simit parası,
       bir sessizlik, bir huzur kaplar evreni.

       Adadaysa tekdüze nal sevleri,
       uçup giden zamana bir yüklem olur.

       Cırcır böcekleriyse, bir trajedyanın, aynı nakaratı
       sonsuza yineliyen  korosudur, naçar.

       Ama illaki, baharda Emirgan'da olacaksın,
       Sabaha kadar o bülbül seslerine doyamayacaksın.
       Akşamın ilk esintisini hissetti mi, siyah kırlangıçlar,
       bir serenatA başlar, görsel.
       Neslihan Yargıcının esintisi onlar.
       Siyah mı güzeldir, beyaz mı?
       Bütün renkler güzeldir, kumrular bürününce.
                    ****

       Istanbul, kahveler şehri,
       Kafesiz şehir olmaz dedik
       Istanbul, kahveler şehri,

       Kahvesiz bir İstanbul destanı düşünülemez,
       Kahvehaneler de tutulur, iyi kötü bir şehrin kroniği.

       Hangisinden başlamalı
       Şark kahvesiyle Çorlulu Ali Paşa medresesini anlattık mı?

       Benim kahveler kitabım Bebek Camii yanındaki,
       Abdullah'ın kahvesiyle başlar, çünkü
       o kahveyi lanse eden benim, biziz.

       Bebek Gazinosunda çalışan garsomlarla, iki üç balıkçının gittiği,
       kişilksiz bir kahveyken,
       Eren, Emine, Ercü ve benim
       başlatıcılığımda hem ne başlatıcılık,
       Eren tutturmaz mı, ben nargile içeceğim diye,
       Adı çıktı, kızların nargile içtiği kahveye.
       Derken Hülya ve Duygu'nun ayağı alıştı.

       A star is born.

       Artık ben gitmiyorum,
       Abdullah iyice yaşlandı, bir çaya bile bin lira kesiyor.

       İkinci kahvem, Saim'in kahvesi. Yeni Melek sokağında.
       Bacaksız Saim'in kahvesi.
       Hani var ya, şimdilerde, kış, kar, yağmur, çamur
       demeden bir heykel mağrurluğunda
       Mefisto'nun önüne takılan
       Sahibinin adıyla değil, Saim'in adıyla anılırdı.
       Hokeyi, pokeri, beziği, briçi, piştiyi
       velhasıl her türlü hergeleliği orada öğrendim.

       Şimdi yok artık yerini,
       Artistler kahvesi tutuyor.
       Galatasaraylılar Saim'in kahvesi yok olunca,
       kolaylıkla artizler kahvesine yamandılar.
       Doğuştan artizler ve her şeyden
       yolumuzu buluruz diyecek kadar tüccarlar.

       Velhasıl bu ikisi kızlı erkekli gidilen
       ilk kahvelerdendir, Çetin Altan'a inat.

       Başkaları da vardı, Beyazitte öğrenci kahveleri,
       tekke dediğimiz medrese, Şark kahvesi,
       Küçük modadaki bilardolu gazinolu kahve,
       Bir de kumar seven, düşkün kadınların gittiği,
       kahveler var, ama onları unıseks kahve saymamak lazım,
       Çünkü onları herkes erkek yerine koyar.

       Piyerloti kahvesinin adı çıkmış.
                  ******
       İstanbul, kutsal şehir, kutsanmış şehir,
       Camileri, ayazmaları, kilise ve türbeleriyle,
       kutsal şehir, kuta bezenmiş şehir.

                   ******
       Doksan dokuzuncu tepeyi Yakacıkta bulacaksın,
       Ve orada doksan dokuzluk yaşlıları,
       Doksan dokuz ortancasının ortasında
       Tengiz'lerin kahvesinde
       Dünyayı dudaklarında bir gülümsemeyle süzerken,

       Bir soluk, bir yudum su,
       kavratacak gerçeği,
       Yüzlere baktığında,
       sadece çocuklar değil, yaşlılar da birbirine benzer
       anlayacaksın.

       Doksan dokuz, son duraktır, ondan sonra melanwt ülkesi başlar.
       Bunu kavrayınca, derin bir nefes alıp,
       İzmir usulü, bir "aspava" çekeceksin.

                         XXX
       İSTANBUL'UN MELANET HARİTASI
       Sayın okuyucular,
       Bu sayımızda büyük ezoterik Abaris,İstanbul'un melanet
       haritasını çıkartıyor.İstanbulun semt semt, sokak sokak, ev ev,
       iyi, kötü, meşum, her derde deva, melanet haritasını siz
       okuyuculara sunuyor. İstanbul'u avucunun içi gibi biliyor.
       Bu hayat çizgisi, bu kader çizgisi demiyor. Bu İstiklal caddesi
       diyor,bu Halaskargazi diyor. Sıkı durun başlıyor. Önce İstiklal
       caddesi. Avuç içindeki ay tepesindeki bir çizgiye benzer.
       Aşk dünyamızda çok büyük bir hareketliliğin başlayacağına
       delalettir. Muhtemelen çok hızlı bir aşk yaşayıp  hızla
       tüketeceksiniz. Yaşantınızdaki önemli değişikliklerin habercisi.
       Korunma yolları, başını yerden kaldırmamak ,rastladıklarınıza
       orada bulunmanızın nedenini İnci Pastanesinde bir profitoral
       yemek, veya İnciden ayrılma M de Markiz'in Burç Pastanesinden
       bir talaş böreği yemek olduğu yolunda rasyonalize edin.
       Abazanlara Hasnun Galipteki yeni açılan Dilbazlar Sineması tavsiye
       edilir. Hasnun Galip, (Galatasaray Klübü sokağı) hasmınıza
       karşı her ne olursa olsun bir  yolla galip geleceğinizi
       Küçük Parmakkapı, yaşantınızda melankolik bir devrenin
       başladığını, boylamasına baktığınızda veya şöyle diyeyim,
       birisinin veya kendinizin hayal kırıklığına uğrayacağınızı
       İlk yardımın arkasından, Çiçek Bar ve Saint Patriğinin
       önünden geçen sokak hayattan yeterince ders almadığınızı
       sağlığınızı tehlikeye sokacak şekilde riskli bir yaşam
       sürdüğünüzü, bir takım kazaların sizi beklediğini,
        ( bu sokakta bildiğiniz bütün duaları okuyunuz.)
       Bu sokala Alman Hastanesine çıkan yol, etki altında
       bırakılacağınızı ve bu nedenle büyük zararlara uğrayacağınızı
       Sıraselviler, bir araba kazası yapacağınızı, ölülerinizi
       uzun zamandır anmamanız nedeniyle onların koruyuculuğunu
       kaybettiğinizi, yeterince zekat, fitre vermediğinizi,
       Akarsu caddesi, Firuzağa Camiinden Kırık Aynalı köşeye kadar
       inen yol, tüm iyi niyetlerinize rağmen, hayatınızı
       düzene sokamadığınızı, Bakraç sokak, bütün çabalarınıza rağmen
       yaşantınızdaki düzensizliğin devam edeceğini, bu sokaktaki
       Aytaç Temizleyicisi, üzerinizde karanlık etkilerin sizi etkilemeye
       devam edip, yakın dönemde bundan yarar sağlayacağınızı,
       Soğancı sokak, kararsız bir döneme girmek üzere olduğunuzu
       Cihangir caddesi, güvendiğiniz dağlara kar yağacağını
       bazı konularda acele hareket etmiş olduğunuzu ama
       yapacak bir şey olmadığını, bu yüzden bu işin cezasını
       ödeyeceğinizi, Alman hastanesinin arkasından Fındıklıya
       doğru inen Cihangir caddesine paralel sokak, yaşantınızda
       en azından bir süre daha radikal değişiklikler yapmanızı
       Cihangir camiinin arkasındaki Fındıklı yokuşu, korktuklarınızın
       başınıza geleceğini, yaşamın tüm dizginlerinin elinizden kaçacağını
       yaşamın vahşi bir at misali sizi alıp götüreceğini, çok
       korkup acı çekeceğinizi ama gene de mutluluk duyacağınızı,
       tavuk uçmaz, elinizdeki fırsatların yok pahasına feda olduğunu,
       Kazancı yokuşu, (karışık bir sokaktır) Erkekseniz ve yolda hele
       sarışın güzel bir kadın görürseniz, işlerinizin yoluna girip,
       feraha çıkacağınızı, yok kızıl bir kadın görürseniz, çok büyük
       bir felaketi ucuz atlatacağınızı, orada bir erkekle muhatap
       olursanız, sevgilinizi başka birine kaptıracağınıza, cennet
       bahçesinin ve sacre couer'un önünden geçen yol, paralel ve
       içsel sorunlarınıza kısa dönemde çare bulacağınızı, Ağa
       Çırağı sokak en yakınlarınızdan beklemediğiniz bir olumsuzluk
       yaşayıp şaşıracağınızı, kutlu sokak insanlara fazla
       güvenmenin mut ve kut getirmediğinin, Dünya Sağlık
       sokak işlerinizde inanılmadık süprizler olacağını,iyiye
       gidenlerin kötü, kötü çıkanların sonunda iyi, iyi çıkanların
       kötü olacağını, Gümüşsu caddesi başı karınlık güçlerin
       etkilerini yenmenizin çok zor olduğunu, (tekrar başa dönüyorum)
       Büyük Parmakkapı sokak, yaşam tarzınızda önemli değişiklikler
       yapma zamanı geldiğini, ama acele etmede, riske girmeden bunları
       yapmak gerektiğini, çukur ama karanlık güçlerin sizi büyük zarara
       uğratacağını, (bunu silmenin yolu) Galatasaray lisesinin
       arkasında Galatasaraya çıkıp oradan (en temizi) tranvaya binip
       Taksime çıkmaktır. Taksim meydanı, olayların sizi aştığı,
       artık yapacak tek şeyin olayların altında ezilmemek, yok olmamak
       olduğunu, bunu yapmanın en temiz yolu, sular idaresi duvarının
       önünden yürümelidir. Tarlabaşı caddesi sağa sola takılmadan
       sabit bir hızla geçin,  Ağa cami sokağı, 
       biraz daha sabretmeniz gerektiğini, Çukurcumadaki
       Kadınlar sokak, büyük sıkıntılara (parasal ) duçar olacağınızı
       Boğazkesen caddesi, amaçlarımızı elde etmekte zorlanacağımızı
       ve olumsuzluklar olacağını gösterir. Velhasıl Cihangir pek
       tekin bir semt değildir. Cenabet gezmeyin, fazla ilişki ve ilgi
       kurmayın, mümkün olduğu kadar yolun sağını kullanın, dönüşlerinizi
       sağdan yapın. (Yarın bilmem neresi).


                       ****

                   (1. sayfası eksik)
                       ***
       Diğer iddialı yalıtevi Lape'dir.
       Şişli de şehrin en güzel yerinde,
       mütevazi, asırlık taş bir bina.
       Arkası iç avlusu kocaman bir çiçek bahçesi.
       Burası özel!
       Yarısı huzurevi,
       daire, han, hamam bağışlamayan giremez.
       Yarısı yalıtevi,
       Altı kadınlar, üstü erkekler
       bir koğuş depresiflere, bir koğuş kroniklere
       yemekler biraz daha özenli, ne de olsa özel.

       Burası da yıllar yılı Lamia hanımın çiftliği,
       şimdi bilmem kimin.
       Aman, rahatsızlanıp giderseniz,
       Yanınıza avukatınızı da alın,
       Yoksa benim gibi, yediğiniz dayak
       yanınıza kar kalır.

       Veya siz siz olun,
       içeri girdiğinizde deprese falan olduğunuzu unutun,
       aklınızı başınıza toplayın,
       hıyar bir gözlüklü doktor var,
       Ona rastladığınızda,
       Olur ağbi, haklısın ağbi, senin dediğin gibi olsun
       ağbi, gibi şeyler söyleyin.
       Dedim ya, daha doğrusu demedim ya,
       İsminin Lape falan olduğuna aldanıp
       bir tımarhane olmdığını sanmayın,
       bal gibi tımar, var orada, tımar.

       Şehir aslında baştan sona yalıtevlerinden oluşur.
       Her mekanda ayrı tür deliler hüküm sürer,
       Hepsinin nabzına göre şerbet vermek gerek.
       Kimi abla, ağbi denmekten hoşlanır
       kimi bey, bay sözü duymaktan
       Kimi yavrum, güzelim denmek ister.

       Kime oğlum, kime babalık diyeceğini iyi bileceksin,
       Kime memur bey, kime kardeşim diyeceğini.
       Sinemada stadyumda gibi davranamazsın,
       Karakolun kuralı hepten ayrı.
       Kaymakamlık daha başka,
       Türkçeyi de iyi bileceksin,
       Yabancı dilleri de,
       Postaneyle, pastaneyi,
       Cafeyle kahveyi,
       Casinoyla gazinoyu karıştırmayacaksın.

       Yani lazın yaptığı gibi, önüne gelen ilk eve girip,
       küçük kızdan annesini istemeyeceksin.

                    ****

       Aslında her metropol gibi, İstanbul'da
       kendi kültü içinde,
       kabul gömüş yalıtevlerinden oluşur.
       Sinemalar, tiyatrolar, stadyumlar,
       parklar, kerhaneler, meyhaneler, plajlar, barlar birer
       sosyal yalıtevidir.

       İçindekilerin aklını, otorite, sanat, düzen,
       para, rajon birşey bozmuştur. Kentli olmak
       istiyorsan, sen de bir kapı bulup, üzerine bir unvan
       uyduracaksın, dilini, ülkeni, kuralını belirleyeceksin.
       Kurduğun o küçük hücrede,
       el dokundurtmadan eşyalara,
       dil dokundurtmadan saygınlığına,
       sende şifa bulmaya gelecek, hemşerileri bekleyeceksin
       Hele bir de bir iki teknik aletle,
       mücehhez, pekiştirirsen büyücülüğünü,
       Poyraz daha güçlü getirir övgüleri,
       Şöyle adam, böyle başarılı, böyle güçlü falan.
       Cezanı çekecek farkına varmadan, bittiğinde de
       Çekip gideceksin, ardına,
       Cansız, ölmeye yüz tutmuş çiçeklerden çelenkler.

                      ****
Hatırlamıyorum, kimindi defile; belki Yargıcı'nın, belki başka birinin, ama Ümit Ünal'ın değil. Sabahın köründe kalkmış, Haydarpaşa'nın yolunu tutmuştum...Derken, Kurtalan Ekspresi, perona girdi, aynı anda defile başladı... Her devirden, her biçimden kıyafetleri, kedi yürüyüşleri ile mankenler arzı endam eyledi..Yolcular da sökün etti vagonlardan; yaşlısı, genci, memuru, köylüsü, İstanbul'un yerlisi ve de ilk geleni, hepsi birbirine karıştı.. İstanbul onlara, bir karşılama töreni hazırlamıştı...Yolcuların, ayakları, kedilerin ayakları karıştı, kediler yolculara sürtündü. Yolcular, şaşkın gözlerle, düşünceli ve de vakur iskelenin yolunu tuttular... Artık, İstanbul daha başka anlamlıydı, onlara, deniz daha mavi, güneş daha parlak. Performans sanatını ayrı severim.

                 ***
       İstanbul baştan aşağı hüzündür akşamları,
       Gök kubbe örtmeye görsün
       Çatal kara pelerinini üstüne
       işte o zaman şizoid bir hüzne keser İstanbul
       Camiye yatsıya giden aceleci adımlardan,
       evine yorgun arın dönen aile babasına kadar,
       amma illa da evinin yolunu bulamayan yanlız için.
       O hep geciktirmek ister güneşin batışını.
       İçkisini acele acele yudumlar,
       yıldızlara yakalanmalı ayık,
       geçmişin hüznü gecede pek yaman,
       aman vermez iliklere işleyen rüzgar.
       Her kadeh belki geçmişin ayazına karşı koymak içindir.
       Bazıları işte böyle bir gecede çağırır uzak diyarları türküsünü,
       Bir bakarsın, dün var, bugün yoktur.
       Bir gece ansızın erer yaşamın gizemine,
       "Şurada birisi oradan söz etmişti,
        Orada birisi var ki benm onlardan biriyle
        bir ilgim olmuştu"
       Bir bakarsın, İstanbul'dan bir yalbız toz olmuştur,
       Onun yerini, başka bir yalbız anında doldurmuştur,
       Velhasıl yalbızlar şehri bu İstanbul.

                    *****

       Size bu akşam onlardan birinin öyküsünü
       anlatacağım.
       İsmini sormayın hiç, ismini sildi gitti o.
       Zaten tanıdığımda da ismi yoktu,
       Duruma göre kendine bir isim uydururdu.

       Kimi kez Tekin derdi, tekinsizliğini vurgulamak için,
       Kimi kez Çetin derdi, cevizliğini vurgulamak,
       Kimi kez Yargıç derdi, kimi kez Süheyl derdi.
       Der oğlu derdi, önce isimleriyle başı dertdeydi.
       En çok kendisine çizgi roman kahramanlarının isimlerini
       yakıştıranları severdi, Pembe Panter, Tenten.

       Hep yanlızdı, pazarları hariç.
       Pazarlarıysa, bir tek kişi vardı, hergün büyüyen bir kişi.
       Tek başına yatmayı hiç sevmezdi ama, hep yanlız yatardı.

       Günün birinde yedi yaşına henüz basmışken,
       Annesi aldı götürdü onu, kuşların erişemeyeceği menzillerin dışına?
       İşte böyle bir günde aydı o.
       Afrika beni çağırıyor, dedi.
       Aişe var, Dakar, Su var, illa da
       Marianna var, Dakar olmasa da.
       Dakar nire, Senegal'in başkenti.
       Zürafa namıyla maruf bir başkanları vardı, eğer hala yaşıyorsa,
       Bellek yitimi geri kalmışlığın ortak sendromu,
       Sosyal yapı Marabout.
       Bu kadar bilgi yeter de artardı ona.


       Dedi ki geride bıraktıklarına sizle vedalaşmaya geldim.
       Ayrılıkların en acısı, ölüm ayırmadan vuku bulandır, en insanca olanı
       da belki. Odamı saklayın. Döneceğimden değil, Her insana bir mezar
       gerek, ben kendimi oraya gömdüm, firavunlar misali.

       Eğer bir gün beni görmek isterseniz Dakar'a teşrif edin, Dr. Aişe ve
       kocasını bulun, herkes tanır onları. Onlar bilirler izimi.
       Atladı gitti Senegal'e.

       Duyduk ki, tevattür, kimse gelmez Senegal'den,
       Tek hece do ismini seçmiş,
       Afrikalı bir kızla evlenmiş, krem rengi çocuklar yapmış,
       Unutmak için ilk ezgisinin acısını,
       İsimlerini Re, mi fa, sol, si koymuş başlangıçta,
       Sonra dayanamamış birine ez, diğerine gi demiş.
       Söylentiler var, çok zengin olduğu hakkında,
       Söylentiler var, zenginliğe metelik vermediği hakkında.
       Söylentiler var, SenegaLi vatan, Afrikalıyı millet bildiği hakkında
       Söylentiler, Söylentiler,

       O da öyle bir yalnızdı işte.