ŞİZOİD ŞEHİR/80 BAŞLARI
Gümüssu'da oynaşırken aziz
Paul, Andreas ve diğerlerinim ruhları
tırmanır, pazar akşamları
Ellerinde flamalar, karton şapkalı taraftarlar
Karardı mı hava koşturur durur, kırmızı stop lambalarının ardında
Bir müşteri bulmak umudunda, Antepli, Hatay'lı Mustafa'lar, Veli'ler
Şebnem'ine, Gül'üne, Çiçek'ine
Demlendikleri çaylar kalakalır, seyyar çaycının platosunda
Jandarmalar usanmış her on yılda bir yaşanan sonu gelmez onikilerden,
Avradının dolgun kalçaları canlanır, mini etekli bir dilberin Kalçasında
Bir zamanlar, ki artık çok eski o zamanlar
Çift vagonlu tramvaylar kayardı, tarlabaşına doğru meydanı dönerek.
Sonraları taksicilik başladı, daha sonraları römorklu otobüsler
Kitle değil, kütle taşımacılığı gündemde.
Bugün hava güneşsiz, Bayrampaşa parkı bomboş
Eyüp'teki tersane işçileri ile Rami'deki emekçiler grevde.
Sanmayın gün bugündür, İstanbul bir devrandır.
Belki de bugündür. İstanbul biraz şizoid şehirdir.
Ayşe milyonlarcadır bunlar şehirde
Akşama yetiştireceği yemeğin derdinde.
Görüntü kutusu çıktı, mertlik bozuldu misali (alıntı mı, yok alınmaz)
Sinemaların, tiyatroların ışıkları daha bir cılız
Adım başı birahanelerinde Godot'nun adı bacanaka dönüştü.
diyeceğim yalan, bu da tarih. Yok İstanbulda tarih yok.
Tatil akşamları rastlanırsa da acelesiz adımlara,
Beş on kuruş avantanın kurbanı olur kitleler,
tarifeler çift yazar, hatlar kısalır vs, vs
Herhalde doğu büyük özelliği ucuz oluşu,
Bundan rağbet etmedi İngilizler
çok zengin oldukları devirler hariç.
Ve leylekler döndü Ayaspaşa' daki yuvalarına
x x x
Kazancı sahipsiz bir sokak, binlercesi gibi.
Tüm sokağı tutmuş laz bakkal
ve kırmızı lambalı vanilya kokulu arabalar
Güvercinler eski bir terasta birdirbir oynar
Kıvrak bir havaya uymuş, bir stüdyodan yükselen.
Necla ve Jale, yanık mı yanığımdır onlara.
Pürtelaş 19 da en üstte otururlar.
Birde pavyona giderler, dörtte dönerler.
eve erkek almazlar,onbirde kalkarlar
ellerine sorma bir hamarattırlar
Benim diyen Ayşe hanıma taş çıkartırlar
Bir Necla, bir de Solmaz Hanım
Straplez beyaz gecelikle dolaşırlar, tüm gün.
Solmaz hanım, kocası ve kardeşi ve annesi,
ve kız kardeşi ve kızıyla birlikte
oturur, evlerinde başka misafir olmadığı zaman.
Onların da çatısı marsilya kiremiti kaplı.
x x x
İstanbul tüm bir Türkiye
abartılı, abartısız.
Bodrum'umu istedin, uzanıver boğaza
Küçük bir bistro bul. Marmaris'imi özledin.
İn kalamış'a, ama illaki pazar olsun.
Marina da Ebru ve Nur, altlarında blujeanleri
ve adidasları sana bir Baez kıyağı geçsinler.
Baez'in kendisini dinlemen için biraz sabır.
Ertegün ağbimizin eksik olmasın, her
festivalde bir iki kıyağı var.
Kolay değil, Cosmos'a, Atlantıc'e başkan olmak.
Haliç'in batı yakasına bir uzanıver. Nasılsa kurtulmuş
taş binalar Dalan'ın elinden, anımsatmıyor mu
Perslerin elinden arta kalan Assos'u.
Tiflis nasıl bir şehir mi? Ne gam!
Orayı yapan ellerle, Asmalı Mescidi yapan
ustalar, aynı kavmin çocukları
Kuşadasının Club 33 ünden başka nesi var/dı.
Onun da ağababası Elmadağ'da.
Yaz akşamları İstanbul bir başka güzeldir, şehir tüm marjinallerini
dışlamış, kendi duru sakin efendisine kavuşmuştur, gidenlerin yerini
kozmopoliten bir esinti almıştır, meltemle karışık. Babalananlar
kurtlarını dört bir yanda dökmüş olduklarından şehrin histerisi
kaçmıştır.
İşte böyle bir gecede, mehtaplı olması zorunlu değil, Açıkhava'ya
konsere gideceksin. Sevgilinle sarmaş dolaş müzik dinlerken
yıldızları da seyretmek istersen eğer sende gel takıl bize.
Girme kuyruklara, sıkış tepişin arasına, o konserden sonra
Bilsak da bir tek atarsın. İçten bir "al" yolla konformizme.Spor
serginin altındaki bayırdayız biz.
Temmuz ayında ne yapıp yapıp, Kapalıçarşı'ya Sultanahmet'e uzanacaksın.
Oralar Avrupadır o zaman, biz, tokatlanacak yüz doları olmayanlar için.
Biz İstanbul'lular ucuzu, kolayı bir de kestirmeyi severiz. İkinci
savaşta ekmeği karne ile aldık, çayı şekersiz bilem içtik. Birincisinde
bilmem, yoktum o zaman dünyada. Her neyse. Ucuz, kolay ve kestirme
varlığımızın en temel öncülleridirler. Yoksa yok olup gideriz alimallah.
Bizden öyle radikal falan bir davranış beklemeyin, eski Bizansız biz.
Kapalıçarşı, yalan, Binbir kapılı çarşı.
Her kapısı ayrı alem. Çıkrıkçılar, Mahmut paşa,
Nurosmaniye, Dericiler, Örücüler, Çarşıkapı, Beyazıt, Kuyumcular
Daha yüzlerce.
Edip Cansever halıcı dükkanında döşenirdi şiirlerini.
Ben Kapalıçarşı' da çıldırdım
Küçük Selim de ilk kapalıçarşı'da milli olanlardan.
Kapalıçarşı, Kapalıçarşı binbir gizem kapısı.
Çarşıkapı'dan girenler
Zengin olur. Nurosmaniye'den
giren kızlar çok kötü ağa düşer,
Bedesten kapısından girenlerin talihi
kara çıkar, Mahmutpaşa
ile Mercanı kullananların başı
ömür boyu önlerinden kalkmaz.
Mercan hamamında bir su dökünüp kötü kaderi
değiştirmek olası, diye duymuştum bir kez.
Benim kapalıçarşı anılarım Dany ile başlar.
Onu sonraya bırakayım, size biraz Süheyla ile Fatmayı anlatayım.
Süheyla ve Fatma Kapalıçarşıdaki en güzel anımdır.
Onlardan daha sevecenini ne tanıdım, ne gördüm.
Biri sarışın biri esmer ben yaşlarda kızlar.
Hele Süheyla'ya bayağı kesiktim, beyaz tüniğinin içinde
bir başka türlü oynatmıştı, içimi.
Bir tek onlardan hanut almadım tüm yaşantımda.
Yoksa pahalı geldi de alamadılar da o beyaz tüniği
üstünü gizlice ben mi tamamladım.
Onlar ki her gün beni görmeye geldiler, onlar ki Cezayir'liydiler.
Cezayir o gün bugün bir özlem.
"sen Cezayiri bilir misin?" diye yİnEleyip duruyordu
körkütük bir sarhoş, bozkıra doğru, sabahı en doğuda
karşılamak istercesine, atılan trenin arka sahanlığında
"Ben Cezayir'i sonradan öğrendim babalık.
Öğrendiğim zaman derslerini çoktan yitirmiştim.
Her zaman ki savrukluğumla. Ne yazdım ne yazdılar.
Ben bu şekilde borcumu ödüyorum. Ya onlar!
Dany de yazmadı. Sen süperdin Dany.
o çalı dibi var ya kentin göbeğindeki o toprak parktaki
gecenin örtüsüne sığınıp, banklarda oturanlara inat,
altında seviştiğimiz
Şimdilerde dev bir beton, altı otopark üstü sergi salonu.
Şimdiki gençleri anlayacağın kem gözlerden gizleyecek
bir çalı dibi bile yok bu şehirde.
Parası olana ise beş yıldızlı otel ve götürecek orospu çok.
Anımsar mısın seni Nurosmaniye camisi avlusunda tavlamıştım.
O zaman yeni idim çarşıda. Klasik numaralar bilmezdim.
Şimdiki gibi "şair" de değildim. Ama şimdiki kadar mutsuzdum.
Neyse zamanı biraz mekana bağlayalım
Şark kahvesi bir zamanlar güzeldi.
Hele Kral Faruk'un kahve içtiği devirde daha da güzelmiş.
Ben şark kahvesinde okumayı çok severim.
Hem tüm dünya gözünün önünde boy gösterir,
hem de sayfalar birbirini izler durur.
Reklam gibi olacak ama, ben kaçak blue-jeanleri Ben Hur'dan alırdım.
Rahmetli Altan da oradan alırdı. İnşallah sonumuz da benzer.
Kapalıçarşı mekan değil zaman. Hapsetmiş zamanı labirentin içine.
Dönsün dolaşsın ki çıkışı bulsun. Kapalıçarşı zaman değil etik.
Piyango alacaksanız Çarşıkapı girişinde kalçadan aşağısı kesik
satıcıdan alacaksın. Demedik mi Çarşıkapıdan giren zengin olur.
Sana yaradı mı demeyin, ben Aya Yorgi de kanal değiştirdim.
Para yerine kadınları seçtim.
Kapalıçarşı mekan değil zaman, zaman değil etik.
Piyango satıcılığı gibi işleri çağdaş toplumlarda özürlüler yapar.
Sağlamların yapması o toplumun ayıbıdır.
Ben sigaramı Çarşıkapıdaki Avlulu Hanın girişindeki
felçli bayiden almayı severim.
Siz de öyle yapın, salık verirım. Daha bir keyifle tüttürürsünüz.
Karnınız acıktı ise Eyüb'ün büfesini...
Bursa kebabçısını artık tavsiye edemeyeceğim.
Çünkü yerlerinde ıncık boncuk satıcıları esiyor.
Bursa kebabçısının hası bir zamanlar kapalıçarşıda idi.
O zaman yola masa atardı.
Havuzlu restorana giderseniz, adımı verin. Hanudumu ayırsınlar.
Ancak Örücüler caddesindeki, derneğin bulunduğu girintideki
Adana kebabçısında yemediyseniz İstanbulluyum demeyin.
Tabii, burada bir saniye durup sizi traşa davet etmem gerekecek.
Hiç değilse bir kez aynı yerdeki berberinde traş olun,
bakın bakalım o gün kaç kız araklıyacaksınız.
Söz berberden açılmışken, ilk alaboros ve fonlü kuafları
ithal eden yüksek kaldırım ağzındaki Mahareşi kılıklı berber ile
Emirgandaki çınarın altındaki İstanbulun en eski berberi
zikretmeden geçemeyeceğim.
Birincisi, artık ABC kitabevi, diğeri kiralık dükkan.
dedik ya İstanbul tarihsiz şehir.talihsiz şehir.
Durun hemen gitmeyin, Kapalıçarşının sırlarını keşfediyoruz.
Hemen karşınızdaki daracık merdivenlere sarın. sağa, iki adım sola
hop çarşının dışındasınız, hemen handan içeri, arka kapısından
dışarı.
Fred okumuyoruz. Çorlulu Ali Paşa külliyesindeyiz. Tekke dedikleri.
Nargilenin çayın ilahı orada. Ottoman bir işletmecilik anlayışı
İşin biraz raconu biraz da gereği.
Kapalıçarşı kapalıkutu.
tezgahtar deyip geçme, sekiz dili konuşturur.
Sorbon'lusu da var, Yavuz Selimlisi de...
Eğer annenle gitmişsen küçük hanım, yaz sıcağında bile üzerinden
eksik etmediği, kalın pardesüyü taşımaktan yorgun, kalın bacaklarını
annenin, kule muhallebicide biraz dinlendir, hem ağzın tatlanır,
hem de kapalının raconundandır. Kazıklanmamanda cabası.
İç bedesten, Cevahir bedesten,
Hakikilerinden sakınınız çünkü yoktur.
"Taklitlerinden kormayınız!" Ucuz.
Ben bir de Kapalıçarşının ceviz sandıklarına vurgunumdur.
Bakıcılara çıkan yol üzerindeki avlularda sıra sıra, dizi dizi.
Aaa, çarşının gerçek kahramanını unutuyorduk. Haaşşşlamaaacıııı.
Sırtındaki devasa haznesi, Sisifos vakar ve ızdırabıyla
çıngırdata çıngırdata yol alır. Tanrının sırtına vurduğu yük,
cabası eline tutturduğu mavi, yıkama ibriği,
bele dizili top mermisi bardaklar, biri girer biri çıkar.
Her şey bir saat düzeninde. soylu bir vücut çalımıyla dökülür şerbet,
Bir el bardak yıkar, diğeri para toplar, soylu bir vücüt çalımıyla
dökülür şerbet. Son yirmi yılda fiyatı ve kalitesi değişmeyen tek şey.
Yobaz tıraşlı, çipil, beyaz önlüklü, vakur, edilgen haşlamacı.
Onun da taklitleri çok şimdilerde. Ne demişler.
Güzel pasta, kek, şambaba satıcıları falan da var, Güngörvari bir deyiml
Mahmutpaşa kapıyla bedesten arasında. Ha ne demişlerdi.
"taklitler asıllarını yaşatır."
x x x
Her sınıfın kendi hastalığı var demiş Proust.
Güzel demiş.
İstanbul bu bağlamda açık bir hastane. Ne hastanesi, kronikler Servisi.
İşçisi hep yılgındır, İstanbul'un.
Yaşam belirtisi göstermez İstanbul İşçisi.
Arada bir grev yapar, isyan eder gibi yaparsa da aldanma.
Çalışırken de fabrikada, taşınırkende otobüsler, minibüsler,
donuk bakışlar odaklanır, iki yüz on santime.
İki yüz on santim İstanbul işçisinin gerçek perspektifidir.
On iki sayısını çağrıştırdığından mıdır.
Sözün kısası kitle taşımacılığı gibi, psikolojisi de gündemdedir.
Ya lümpeni. İstanbul dünyada lümpeni en bol şehirdir.
Bir şehir ki nüfusun yarısı yeraltı ekonomisinden ekmek yer,
nasıl lümpene kesmesin. Gene de her kayıtsız kuyutsuzu lümpen saymamak
gerekir belki de. Şehrin gerçek lümpenleri, mercedeslerde fink atar,
siyah takım, ipek gömlek giyer, altın kolye ve künye taşır.
Bir garip şehirdir, bu istanbul.
Bir bakarsın şehrin yarısı lümpene keser. Bir bakarsın şehir lümpeni kese
Velhasıl bir muammadır, lümpen olgusu metropelde.
Sözüm lümpene de değil şimdilik,
Sözüm bir küçük burjuva kadınıyla bir işçi çocuk üzerine.
Uzak kentlerden birinden bir sabah dönüşü,
Diyelim saat yedi buçuk sıralarında yaşandı olay.
Şehir içi bir belediye otobüsü içinde.
Yolcuların sayısının, oturacak yer sayısından
Bir iki fazla olduğu bir saatte ki
Ben o sırda oturmaktaydım, tek kişilik bir yerde.
Bir kadın, bakımlı, sarışın ve biraz koket.
Kendinde buldu özgürlük ve demek terbiyesizliğini
On yaşlarında bir işçi çocuğa,
belli ki sabaha kadar meto yapmaktan yorgun
düşmüş, kol ve bacakları ve de göz kapakları
yaslanmış öndeki sıraya uyuklarken
"kalk oradan benim oğlum oturacak"
göstererek altı-yedi yaşlarındaki oğlunu.
Çocuk ki, çocuk değil işçi idi artık.
Şaşkın gözlerle baka kaldı kadına.
Yaşantımda ilk kez bir olaya müdahale etmemeye kararlı.
Sonuna dek yaşamak istiyordum, bir olayı etkimsiz.
Gazeteciği etiğini düşünüyordum o sıralarda.Varsa.
Bir çimdik attım kendime, rüya değil, gerçekti.
Otobüste bir Allahın kulu müdahale etmedi kadına,
Hadi ben angaje idim şu ne olduğunu bilmediğime. Onlar da mı?
İşçi çocuğun, çocuk işçinin omuz silkmeleri
git başımdan demeleri fayda vermedi. Kadın kaldırdı
diğer çocuğu, oturtttu oğlunu.
Geleceğim yere gelmiştim,
yerimi verdim işçi çocuğa,
İndim otobüsten, ve dedim kendi kendime
"Bu ilk ve son olsun.
Müdahalesiz gazetecilik de senden uzak dursun."
X X X
Otobüsler böyledir bu şehirde
Bir tiyatro, bir okul bir kerhanedir.
Neler neler gördüm ben bu şehrin otobüslerinde
Kulamparalar, körpecik kızlara iş koyan lesbienler,
Bir el, bir kalça sürtünmesinden boşalanlar,
Neler, neler.
Ben İstabulluyu otobüste, vapurda tanıdım.
Şehrin nabzı trafiğinde, insanlarının nabzı da
toplu taşım araçlarında atar.
Bu bütün şehirler için böyledir.
Parisi metrosuz, Chicago2yu Elsiz
New Yorku metrosuz, Venediği gondolsuz düşünebiyor musunuz.
İstanbulu dolmuşsuz, vapursuz, binlerce otobüssüz
düşünebiliyor musunuz.
Her neyse felsefeyi keselim, öykülere devam.
Gecenin geç vakti, karşı yakada,
Tam gaz giden bir otobüs, çılgın bir şöför.
Doğal sonuç, dur inecek var falan duymuyor.
Durakları atlıya seke geçiyor.
İçerde bir adam feryat figan
bir yandan dur inecek var diye bağırıyor.
Diğer yandan uyarı düğmesine israrla basıyor.
Söför adamı iki durak geçirdi, gece yarısı.
Bana yapılsa, o çağlarımda şöförü kesmesem
bile döverdim. Adamcağız hiç sinirlenmedi.
"Ölecek değiliz ya, biraz yürürsek " dedi.
Sekerek basamaktan indi.
Bir bacağı dizden kesikti.
Doğu bilgeliği, kabulcülüğü mü,
Zen mi.
Okula özel aracıyla giden, zengin anne-baba
çocuklarını görünce, hep mahrum kaldıkları,
hep mahkum edildikleri, yaşam bilgisini düşünürüm.
X X X
Istanbul düştü içime
bugün
Yüz bin basmış Sokak
Günün ilk golü
Elveda bir umut
Tarih İstanbul'un demirlerine işlemiş
Mezarlık parmaklıkları
paramparça Eyüp'te
Çocuk yuvasında atmış çocuk
nisanın yirmi üçünü bekler
"yoksulluk en büyük
mağrurluk"
Patrikane bir sır kutusu
yolları Santorini'ninkinden
"Rastgele Baltazar"
Rumların yoksulları
Fener'de oturur
damları osmanlı kiremiti
Feneedeki Rum lisesi,
bir kartal yuvası
Kemancı olmak için illa
gözler yosun rengi olmalı
Bir pas gibi işler İstanbul,
İnsanın damarına
Tarih, coğrafya
Coğrafya tarihtir
İstanbul'da
Şehri şehir yapan
budur işte
xxx
dokuz yüz doksan dokuz türbeli şehir
XXX
İstanbulluyum demek için önce,
dokuz yıl İstanbul2da oturacak,
Ses etmeden ortalığı gözleyeceksin,
Ağzını açarsan, dokuz yıla yeniden başlayacaksın.
Dokuz yılın sonunda İstanbul'un doksan dokuz tepesini
adım adım dolaşacaksın,
Dokuz ayazma bulup, sularında kutsanacaksın.
Erkeksen doksan dokuz kadın sevecek,
Dokuzunu ayrı tutacaksın,
Kadın isen seni seven, doksan dokuz
Erkek bulacaksın, dokuzunu ayrı tutacaksın.
Dokuzdan biri diğerini tuttu mu,
elini üzerine koyacaksın.
İstanbul bu,
Bir üç, kırklar şehri değil
doksan dokuzlar şehri.
İsmini Tanrının koyduğu şehir,
İki kıtaya yaydığı şehir.
Doksan dokuz kahvehane bulacaksın,
Her birinde dokuz kahve içeceksin.
Boğazın her bir yakasında dokuz yer belleyeceksin.
Herbirinden üçünü seçip, üç de Haliç'den katıp,
Dokuzu bulacaksın.
Bu şehirde dokuzlar içerisinde hiç şaşırmadan,
ölümsüzlük duygusunu tadacaksın.
Yola mı gittin. Dokuz günü geçirmeyeceksin.
Gurbete mi gittin, doksan dokuzdan önce dönmeyeceksin.
Bir dilek mi tutacaksın? dokuz yatırdan
aşağısına adakta bulunmayacaksın.
****
Orhan Veli İstanbul'u nereden dinlemiş bilmem ama,
ben İstanbul'u uzaktan dinlemeyi severim.
Uzaktan, hem de çok uzaktan. Önce kulaklarıma,
beyaz kuğuların sirenleri dolar, sonra turna gözlü martıların
canhıraş feryatları. Bin bir cümbüş, bin bir şamata.
Şehrin ağzı Eminönü, Sultan Ahmet.
Bir de ezan sesleri karışmaya görsün, izlemeye görsün birbirini,
beş bin altı yüz desibelden aşağısı haram.
Gene de sessizlik adaları vardır,
Bindin mi vapura, bir bilet iki simit parası,
bir sessizlik, bir huzur kaplar evreni.
Adadaysa tekdüze nal sevleri,
uçup giden zamana bir yüklem olur.
Cırcır böcekleriyse, bir trajedyanın, aynı nakaratı
sonsuza yineliyen korosudur, naçar.
Ama illaki, baharda Emirgan'da olacaksın,
Sabaha kadar o bülbül seslerine doyamayacaksın.
Akşamın ilk esintisini hissetti mi, siyah kırlangıçlar,
bir serenatA başlar, görsel.
Neslihan Yargıcının esintisi onlar.
Siyah mı güzeldir, beyaz mı?
Bütün renkler güzeldir, kumrular bürününce.
****
Istanbul, kahveler şehri,
Kafesiz şehir olmaz dedik
Istanbul, kahveler şehri,
Kahvesiz bir İstanbul destanı düşünülemez,
Kahvehaneler de tutulur, iyi kötü bir şehrin kroniği.
Hangisinden başlamalı
Şark kahvesiyle Çorlulu Ali Paşa medresesini anlattık mı?
Benim kahveler kitabım Bebek Camii yanındaki,
Abdullah'ın kahvesiyle başlar, çünkü
o kahveyi lanse eden benim, biziz.
Bebek Gazinosunda çalışan garsomlarla, iki üç balıkçının gittiği,
kişilksiz bir kahveyken,
Eren, Emine, Ercü ve benim
başlatıcılığımda hem ne başlatıcılık,
Eren tutturmaz mı, ben nargile içeceğim diye,
Adı çıktı, kızların nargile içtiği kahveye.
Derken Hülya ve Duygu'nun ayağı alıştı.
A star is born.
Artık ben gitmiyorum,
Abdullah iyice yaşlandı, bir çaya bile bin lira kesiyor.
İkinci kahvem, Saim'in kahvesi. Yeni Melek sokağında.
Bacaksız Saim'in kahvesi.
Hani var ya, şimdilerde, kış, kar, yağmur, çamur
demeden bir heykel mağrurluğunda
Mefisto'nun önüne takılan
Sahibinin adıyla değil, Saim'in adıyla anılırdı.
Hokeyi, pokeri, beziği, briçi, piştiyi
velhasıl her türlü hergeleliği orada öğrendim.
Şimdi yok artık yerini,
Artistler kahvesi tutuyor.
Galatasaraylılar Saim'in kahvesi yok olunca,
kolaylıkla artizler kahvesine yamandılar.
Doğuştan artizler ve her şeyden
yolumuzu buluruz diyecek kadar tüccarlar.
Velhasıl bu ikisi kızlı erkekli gidilen
ilk kahvelerdendir, Çetin Altan'a inat.
Başkaları da vardı, Beyazitte öğrenci kahveleri,
tekke dediğimiz medrese, Şark kahvesi,
Küçük modadaki bilardolu gazinolu kahve,
Bir de kumar seven, düşkün kadınların gittiği,
kahveler var, ama onları unıseks kahve saymamak lazım,
Çünkü onları herkes erkek yerine koyar.
Piyerloti kahvesinin adı çıkmış.
******
İstanbul, kutsal şehir, kutsanmış şehir,
Camileri, ayazmaları, kilise ve türbeleriyle,
kutsal şehir, kuta bezenmiş şehir.
******
Doksan dokuzuncu tepeyi Yakacıkta bulacaksın,
Ve orada doksan dokuzluk yaşlıları,
Doksan dokuz ortancasının ortasında
Tengiz'lerin kahvesinde
Dünyayı dudaklarında bir gülümsemeyle süzerken,
Bir soluk, bir yudum su,
kavratacak gerçeği,
Yüzlere baktığında,
sadece çocuklar değil, yaşlılar da birbirine benzer
anlayacaksın.
Doksan dokuz, son duraktır, ondan sonra melanwt ülkesi başlar.
Bunu kavrayınca, derin bir nefes alıp,
İzmir usulü, bir "aspava" çekeceksin.
XXX
İSTANBUL'UN MELANET HARİTASI
Sayın okuyucular,
Bu sayımızda büyük ezoterik Abaris,İstanbul'un melanet
haritasını çıkartıyor.İstanbulun semt semt, sokak sokak, ev ev,
iyi, kötü, meşum, her derde deva, melanet haritasını siz
okuyuculara sunuyor. İstanbul'u avucunun içi gibi biliyor.
Bu hayat çizgisi, bu kader çizgisi demiyor. Bu İstiklal caddesi
diyor,bu Halaskargazi diyor. Sıkı durun başlıyor. Önce İstiklal
caddesi. Avuç içindeki ay tepesindeki bir çizgiye benzer.
Aşk dünyamızda çok büyük bir hareketliliğin başlayacağına
delalettir. Muhtemelen çok hızlı bir aşk yaşayıp hızla
tüketeceksiniz. Yaşantınızdaki önemli değişikliklerin habercisi.
Korunma yolları, başını yerden kaldırmamak ,rastladıklarınıza
orada bulunmanızın nedenini İnci Pastanesinde bir profitoral
yemek, veya İnciden ayrılma M de Markiz'in Burç Pastanesinden
bir talaş böreği yemek olduğu yolunda rasyonalize edin.
Abazanlara Hasnun Galipteki yeni açılan Dilbazlar Sineması tavsiye
edilir. Hasnun Galip, (Galatasaray Klübü sokağı) hasmınıza
karşı her ne olursa olsun bir yolla galip geleceğinizi
Küçük Parmakkapı, yaşantınızda melankolik bir devrenin
başladığını, boylamasına baktığınızda veya şöyle diyeyim,
birisinin veya kendinizin hayal kırıklığına uğrayacağınızı
İlk yardımın arkasından, Çiçek Bar ve Saint Patriğinin
önünden geçen sokak hayattan yeterince ders almadığınızı
sağlığınızı tehlikeye sokacak şekilde riskli bir yaşam
sürdüğünüzü, bir takım kazaların sizi beklediğini,
( bu sokakta bildiğiniz bütün duaları okuyunuz.)
Bu sokala Alman Hastanesine çıkan yol, etki altında
bırakılacağınızı ve bu nedenle büyük zararlara uğrayacağınızı
Sıraselviler, bir araba kazası yapacağınızı, ölülerinizi
uzun zamandır anmamanız nedeniyle onların koruyuculuğunu
kaybettiğinizi, yeterince zekat, fitre vermediğinizi,
Akarsu caddesi, Firuzağa Camiinden Kırık Aynalı köşeye kadar
inen yol, tüm iyi niyetlerinize rağmen, hayatınızı
düzene sokamadığınızı, Bakraç sokak, bütün çabalarınıza rağmen
yaşantınızdaki düzensizliğin devam edeceğini, bu sokaktaki
Aytaç Temizleyicisi, üzerinizde karanlık etkilerin sizi etkilemeye
devam edip, yakın dönemde bundan yarar sağlayacağınızı,
Soğancı sokak, kararsız bir döneme girmek üzere olduğunuzu
Cihangir caddesi, güvendiğiniz dağlara kar yağacağını
bazı konularda acele hareket etmiş olduğunuzu ama
yapacak bir şey olmadığını, bu yüzden bu işin cezasını
ödeyeceğinizi, Alman hastanesinin arkasından Fındıklıya
doğru inen Cihangir caddesine paralel sokak, yaşantınızda
en azından bir süre daha radikal değişiklikler yapmanızı
Cihangir camiinin arkasındaki Fındıklı yokuşu, korktuklarınızın
başınıza geleceğini, yaşamın tüm dizginlerinin elinizden kaçacağını
yaşamın vahşi bir at misali sizi alıp götüreceğini, çok
korkup acı çekeceğinizi ama gene de mutluluk duyacağınızı,
tavuk uçmaz, elinizdeki fırsatların yok pahasına feda olduğunu,
Kazancı yokuşu, (karışık bir sokaktır) Erkekseniz ve yolda hele
sarışın güzel bir kadın görürseniz, işlerinizin yoluna girip,
feraha çıkacağınızı, yok kızıl bir kadın görürseniz, çok büyük
bir felaketi ucuz atlatacağınızı, orada bir erkekle muhatap
olursanız, sevgilinizi başka birine kaptıracağınıza, cennet
bahçesinin ve sacre couer'un önünden geçen yol, paralel ve
içsel sorunlarınıza kısa dönemde çare bulacağınızı, Ağa
Çırağı sokak en yakınlarınızdan beklemediğiniz bir olumsuzluk
yaşayıp şaşıracağınızı, kutlu sokak insanlara fazla
güvenmenin mut ve kut getirmediğinin, Dünya Sağlık
sokak işlerinizde inanılmadık süprizler olacağını,iyiye
gidenlerin kötü, kötü çıkanların sonunda iyi, iyi çıkanların
kötü olacağını, Gümüşsu caddesi başı karınlık güçlerin
etkilerini yenmenizin çok zor olduğunu, (tekrar başa dönüyorum)
Büyük Parmakkapı sokak, yaşam tarzınızda önemli değişiklikler
yapma zamanı geldiğini, ama acele etmede, riske girmeden bunları
yapmak gerektiğini, çukur ama karanlık güçlerin sizi büyük zarara
uğratacağını, (bunu silmenin yolu) Galatasaray lisesinin
arkasında Galatasaraya çıkıp oradan (en temizi) tranvaya binip
Taksime çıkmaktır. Taksim meydanı, olayların sizi aştığı,
artık yapacak tek şeyin olayların altında ezilmemek, yok olmamak
olduğunu, bunu yapmanın en temiz yolu, sular idaresi duvarının
önünden yürümelidir. Tarlabaşı caddesi sağa sola takılmadan
sabit bir hızla geçin, Ağa cami sokağı,
biraz daha sabretmeniz gerektiğini, Çukurcumadaki
Kadınlar sokak, büyük sıkıntılara (parasal ) duçar olacağınızı
Boğazkesen caddesi, amaçlarımızı elde etmekte zorlanacağımızı
ve olumsuzluklar olacağını gösterir. Velhasıl Cihangir pek
tekin bir semt değildir. Cenabet gezmeyin, fazla ilişki ve ilgi
kurmayın, mümkün olduğu kadar yolun sağını kullanın, dönüşlerinizi
sağdan yapın. (Yarın bilmem neresi).
****
(1. sayfası eksik)
***
Diğer iddialı yalıtevi Lape'dir.
Şişli de şehrin en güzel yerinde,
mütevazi, asırlık taş bir bina.
Arkası iç avlusu kocaman bir çiçek bahçesi.
Burası özel!
Yarısı huzurevi,
daire, han, hamam bağışlamayan giremez.
Yarısı yalıtevi,
Altı kadınlar, üstü erkekler
bir koğuş depresiflere, bir koğuş kroniklere
yemekler biraz daha özenli, ne de olsa özel.
Burası da yıllar yılı Lamia hanımın çiftliği,
şimdi bilmem kimin.
Aman, rahatsızlanıp giderseniz,
Yanınıza avukatınızı da alın,
Yoksa benim gibi, yediğiniz dayak
yanınıza kar kalır.
Veya siz siz olun,
içeri girdiğinizde deprese falan olduğunuzu unutun,
aklınızı başınıza toplayın,
hıyar bir gözlüklü doktor var,
Ona rastladığınızda,
Olur ağbi, haklısın ağbi, senin dediğin gibi olsun
ağbi, gibi şeyler söyleyin.
Dedim ya, daha doğrusu demedim ya,
İsminin Lape falan olduğuna aldanıp
bir tımarhane olmdığını sanmayın,
bal gibi tımar, var orada, tımar.
Şehir aslında baştan sona yalıtevlerinden oluşur.
Her mekanda ayrı tür deliler hüküm sürer,
Hepsinin nabzına göre şerbet vermek gerek.
Kimi abla, ağbi denmekten hoşlanır
kimi bey, bay sözü duymaktan
Kimi yavrum, güzelim denmek ister.
Kime oğlum, kime babalık diyeceğini iyi bileceksin,
Kime memur bey, kime kardeşim diyeceğini.
Sinemada stadyumda gibi davranamazsın,
Karakolun kuralı hepten ayrı.
Kaymakamlık daha başka,
Türkçeyi de iyi bileceksin,
Yabancı dilleri de,
Postaneyle, pastaneyi,
Cafeyle kahveyi,
Casinoyla gazinoyu karıştırmayacaksın.
Yani lazın yaptığı gibi, önüne gelen ilk eve girip,
küçük kızdan annesini istemeyeceksin.
****
Aslında her metropol gibi, İstanbul'da
kendi kültü içinde,
kabul gömüş yalıtevlerinden oluşur.
Sinemalar, tiyatrolar, stadyumlar,
parklar, kerhaneler, meyhaneler, plajlar, barlar birer
sosyal yalıtevidir.
İçindekilerin aklını, otorite, sanat, düzen,
para, rajon birşey bozmuştur. Kentli olmak
istiyorsan, sen de bir kapı bulup, üzerine bir unvan
uyduracaksın, dilini, ülkeni, kuralını belirleyeceksin.
Kurduğun o küçük hücrede,
el dokundurtmadan eşyalara,
dil dokundurtmadan saygınlığına,
sende şifa bulmaya gelecek, hemşerileri bekleyeceksin
Hele bir de bir iki teknik aletle,
mücehhez, pekiştirirsen büyücülüğünü,
Poyraz daha güçlü getirir övgüleri,
Şöyle adam, böyle başarılı, böyle güçlü falan.
Cezanı çekecek farkına varmadan, bittiğinde de
Çekip gideceksin, ardına,
Cansız, ölmeye yüz tutmuş çiçeklerden çelenkler.
****
Hatırlamıyorum, kimindi defile; belki Yargıcı'nın, belki başka birinin, ama Ümit Ünal'ın değil. Sabahın köründe kalkmış, Haydarpaşa'nın yolunu tutmuştum...Derken, Kurtalan Ekspresi, perona girdi, aynı anda defile başladı... Her devirden, her biçimden kıyafetleri, kedi yürüyüşleri ile mankenler arzı endam eyledi..Yolcular da sökün etti vagonlardan; yaşlısı, genci, memuru, köylüsü, İstanbul'un yerlisi ve de ilk geleni, hepsi birbirine karıştı.. İstanbul onlara, bir karşılama töreni hazırlamıştı...Yolcuların, ayakları, kedilerin ayakları karıştı, kediler yolculara sürtündü. Yolcular, şaşkın gözlerle, düşünceli ve de vakur iskelenin yolunu tuttular... Artık, İstanbul daha başka anlamlıydı, onlara, deniz daha mavi, güneş daha parlak. Performans sanatını ayrı severim.
***
İstanbul baştan aşağı hüzündür akşamları,
Gök kubbe örtmeye görsün
Çatal kara pelerinini üstüne
işte o zaman şizoid bir hüzne keser İstanbul
Camiye yatsıya giden aceleci adımlardan,
evine yorgun arın dönen aile babasına kadar,
amma illa da evinin yolunu bulamayan yanlız için.
O hep geciktirmek ister güneşin batışını.
İçkisini acele acele yudumlar,
yıldızlara yakalanmalı ayık,
geçmişin hüznü gecede pek yaman,
aman vermez iliklere işleyen rüzgar.
Her kadeh belki geçmişin ayazına karşı koymak içindir.
Bazıları işte böyle bir gecede çağırır uzak diyarları türküsünü,
Bir bakarsın, dün var, bugün yoktur.
Bir gece ansızın erer yaşamın gizemine,
"Şurada birisi oradan söz etmişti,
Orada birisi var ki benm onlardan biriyle
bir ilgim olmuştu"
Bir bakarsın, İstanbul'dan bir yalbız toz olmuştur,
Onun yerini, başka bir yalbız anında doldurmuştur,
Velhasıl yalbızlar şehri bu İstanbul.
*****
Size bu akşam onlardan birinin öyküsünü
anlatacağım.
İsmini sormayın hiç, ismini sildi gitti o.
Zaten tanıdığımda da ismi yoktu,
Duruma göre kendine bir isim uydururdu.
Kimi kez Tekin derdi, tekinsizliğini vurgulamak için,
Kimi kez Çetin derdi, cevizliğini vurgulamak,
Kimi kez Yargıç derdi, kimi kez Süheyl derdi.
Der oğlu derdi, önce isimleriyle başı dertdeydi.
En çok kendisine çizgi roman kahramanlarının isimlerini
yakıştıranları severdi, Pembe Panter, Tenten.
Hep yanlızdı, pazarları hariç.
Pazarlarıysa, bir tek kişi vardı, hergün büyüyen bir kişi.
Tek başına yatmayı hiç sevmezdi ama, hep yanlız yatardı.
Günün birinde yedi yaşına henüz basmışken,
Annesi aldı götürdü onu, kuşların erişemeyeceği menzillerin dışına?
İşte böyle bir günde aydı o.
Afrika beni çağırıyor, dedi.
Aişe var, Dakar, Su var, illa da
Marianna var, Dakar olmasa da.
Dakar nire, Senegal'in başkenti.
Zürafa namıyla maruf bir başkanları vardı, eğer hala yaşıyorsa,
Bellek yitimi geri kalmışlığın ortak sendromu,
Sosyal yapı Marabout.
Bu kadar bilgi yeter de artardı ona.
Dedi ki
geride bıraktıklarına sizle vedalaşmaya geldim.
Ayrılıkların en acısı, ölüm ayırmadan vuku bulandır, en
insanca olanı
da belki. Odamı saklayın. Döneceğimden değil, Her insana
bir mezar
gerek, ben kendimi oraya gömdüm, firavunlar misali.
Eğer bir gün beni
görmek isterseniz Dakar'a teşrif edin, Dr. Aişe ve
kocasını
bulun, herkes tanır onları. Onlar bilirler izimi.
Atladı gitti
Senegal'e.
Duyduk ki,
tevattür, kimse gelmez Senegal'den,
Tek hece do
ismini seçmiş,
Afrikalı bir
kızla evlenmiş, krem rengi çocuklar yapmış,
Unutmak için
ilk ezgisinin acısını,
İsimlerini
Re, mi fa, sol, si koymuş başlangıçta,
Sonra
dayanamamış birine ez, diğerine gi demiş.
Söylentiler
var, çok zengin olduğu hakkında,
Söylentiler
var, zenginliğe metelik vermediği hakkında.
Söylentiler
var, SenegaLi vatan, Afrikalıyı millet bildiği hakkında
Söylentiler,
Söylentiler,
O da öyle
bir yalnızdı işte.